Categories
Genel Türkçe Blog

AVUKATLARIN İFADE ÖZGÜRLÜKLERİNİN SINIRLARI ÜZERİNE

Anayasa Mahkemesi 2015/17892 başvuru numaralı dosyada verdiği 19.02.2019 tarihli kararı ile avukatların ifade özgürlüklerinin sınırları konusunu incelemiştir. Acaba avukatlar mesleki ifade özgürlüğü kapsamında, örneğin dilekçelerinde kullandıkları ifadelerde ne kadar ileri gidebilirler? Mezkur karar bu konuya ışık tutan nitelikte olup, aşağıda Anayasa Mahkemesi’nin kararı kapsamında konuya konuya açıklık getirmeye çalışacağız.

Avukatlar, iddia ve savunma dokunulmazlığı çerçevesinde, yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yaptıkları sözlü veya yazılı beyanları kapsamında kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunabilirler. Ancak bu dokunulmazlığın vücut bulabilmesi için bahsi geçen isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekmektedir. İddia ve savunma dokunulmazlığı, 5237 s. Türk Ceza Kanunu’nun 128. maddesinde düzenlenmiş olup, Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde anayasal güvence altına alınmıştır. Yargıtay içtihatları ışığında avukatların iddia ve savunma dokunulmazlığının sınırlarını üç ana koşul oluşturmaktadır. Şöyle ki;

  1. Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı)
  2. Eylemin yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (Yer şartı)
  3. Hak kullanılırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (Ölçülülük şartı)

Peki, bakış açısı değiştirilerek tersten gidilecek olursa avukatların mesleklerinin icrası esnasındaki ifade özgürlüğü ne derece ve nasıl kısıtlanabilecektir? Bu anlamda Anayasa’nın “DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ” kenar başlıklı 26. maddesi yüksek önem arz eder ve aşağıdaki gibidir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…

Bu hürriyetlerin kullanılması, … başkalarının şöhret veya haklarının, … veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir…”

Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan 19.02.2019 tarihli kararı konuya ışık tutmaktadır. Kararın verildiği dosyadaki somut vak’ayı özetlemek gerekirse; avukat olan başvurucu bir velayet davasında davalı vekilliği görevini üstlenmiş ve müvekkilinin beyan ve talimatları doğrultusunda cevap dilekçesinde davacıyı “dürüst olmamakla”, “çocuklarını kandırmakla” ve “yalancı ve dolandırıcı bir mizaçta olmakla, çalışmayı sevmemekle ve gayri meşru işlerle uğraşmakla” itham etmiş ve çocuklarla yaşamaya uygun biri olmadığını Mahkemeye yazılı olarak bildirmiştir. Velayet davası, başvurucunun vekilliğini yaptığı davalı lehine sonuçlanmıştır. Velayet davasındaki davacı, daha sonra başvurucu avukat aleyhinde “hakaret” isnadıyla şikâyette bulunmuş, yerel mahkeme başvurucu aleyhine mahkûmiyet kararı vermiş, başvurucu öncesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına muvafakat ettiği için aleyhine verilen bu karara karşı kanun yoluna başvuramamış ve son çare olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemenin verdiği mahkûmiyet kararının başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olduğunu tespit etmiştir. Asıl soru ise şudur: Yapılan bu müdahale hukuken meşru mudur yoksa Anayasal güvence altında olan ifade özgürlüğünü ihlal mi etmektedir?

Anayasa Mahkemesi, müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması şartlarına uygun olmaması halinde Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlalini teşkil edeceğine karar vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde sayılan sınırlı koşullar şunlardır:

  1. Kanunlar tarafından öngörülme
  2. Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma
  3. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk

Anayasa Mahkemesi,  karara konu olayda Anayasa’nın 13. maddesinde sayılan üçüncü şart olan demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk şartının karşılanmadığına karar vermiştir. Kararda temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerektiği açıklanmıştır.

İddia ve savunmanın dokunulmazlığı, Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddede herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre iddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Kararda, bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerektiğini, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayandığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre bu serbestlik davanın aydınlığa kavuşmasına, diğer bir deyişle hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşılamaması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine varmıştır. Çatışan haklar bakımından diğer tarafın şeref ve itibarın korunması hakkı ile başvurucunun iddia ve savunma dokunulmazlığı ile ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurarak başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda özetlenen ilgili kararı gereğince şunlar söylenebilir:

Avukatlar, bir kamu hizmeti olan mesleklerinin doğası gereği adaletin tam olarak yerine getirilmesi amacına hizmet ederler. Bu amaçla, mesleklerinin icrası esnasında kişiler hakkında bazı olumsuz değerlendirmelerde bulunabilirler. Bu söylemler 5237 s. Türk Ceza Kanunu’nun 128. maddesinde düzenlenen ve Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınan iddia ve savunmanın dokunulmazlığı kapsamındadır ve Anayasa’nın 26. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü dâhilindedir. Yapılabilecek her türlü müdahale ve getirilebilecek her türlü kısıtlama, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde sayılan koşulları sağlamak zorundadır. Bu sınırlamalar, avukatların iddia ve savunma yaparken serbest hareket edebilmesi için, mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve istisnai nitelikte olmalıdır. Görevlerini icra eden avukatlar, görevleri nedeniyle herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altına kalmamalıdırlar. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ancak bu şekilde sağlanabilecektir.